“Ey Allah’ım duyduğuma göre her kimi dost edinirsen (onu) insanlardan gizli tutarsın.”
Ebu’l Hasan Harakanî(k.s.)’, tasavvufun temel taşlarından biri ve ünlü bir ariftir. Harakanî ve O’nun tasavvuf öğretisinin değerinin somut olarak ortaya konulması amacıyla, onu gören ve görmeyen meşhur zatların onun hakkındaki kanaatlerini şöyle özetlemek mümkündür:
Onun çağdaşı ünlü sûfi yazar El-Hucviri (Ebu’l- Hasan Ali b. Osman Cullabi ö. 465/1072), tasavvufun temel kaynaklarından sayılan Keşfu’lMahcûb adlı eserinde Ebu’l- Hasan’ı şöyle tanıtır: “Yegâne imam, devrin ehlinin şerefi… şeyhlerin en büyüğü idi…kendi döneminde Allah’ın bütün velileri tarafından övgüye mahzar bir zat idi.’
Yine Hucviri’nin ifadesiyle, Ebu’l- Hasan’a çağdaş, birçok müridi bulunan devrin meşhur âlimisûfi yazar Abdulkerim el-Kuşeyri (376-465/986-1072) kendisini ziyaret ettiği Harakan’da ondan aşırı şekilde etkilendiğini şöyle ifade eder: “ÜstadEbü’l-Kasım Kuşeyri’den (Allah ondan razı olsun) duydum ki (dedi):
'‘Harakan vilayet (köy)’ine varınca, o pîrin haşmetinden dolayı fesahatim sona erdi ve (konuşacak)ibare kalmadı; öyle ki veliliğimden azledildiğimi sandım.”
Kendisiyle birlikte “onu bir mana denizi ve Harakanî’yi o denizden bir konuşmacı” olarak gören ve birçok müride sahip çağdaşı ünlü bilgin ve gezgin sûfi Ebu Said-i Ebu’l- Hayr (357-440/967-1049) onun makamının yüceliğini ve manevi tesiriyle kendisinden aldığı feyzi şöyle ifade eder: “Ben pişmiş bir tuğla idim; Harakan’a varınca cevher olarak döndüm.”
Çok seçici ve mutaassıp özelliğiyle temayüz edip, Pir-i Herat olarak bilinen, Harakanî’nin müridi ünlü âlim ve zâhit Hace Abdullah–i Ensari (396-881/1006-1089) onu bizzat hayat suyu şeklinde niteleyerek hakikati onun aracılığıyla bulduğunu şöyle anlatır: “Hadis, ilim ve şeriatta şeyhlerim çoktur. Fakat tasavvuf ve hakikatte benim pirim Ebu’l-Hasan Harakanî’ dir; eğer onu görmeseydim hakikati nasıl öğrenirdim?” “Abdullah yabani bir adam idi; hayat suyunu aramaya gitti; ansızın Ebu’l-Hasan Harakanî’ye vardı da hayat suyu kaynağını buldu; o kadar çok içti ki kendinden fani oldu; çünkü ne kendisi kaldı ne de Harakanî. Hak, halktan kulluk alametini istedi. Ebu-l Hasan’dan Uluhiyyet alametini! Eğer varsa bildiğin ben gizli bir sır idim, onun anahtarı da Ebu’l-Hasan Harakanî idi.” Sem’ani (Ebü Said Abdülkerim b: Muhammed ö.562/1167) onun hakkında şöyle der: “ …Harakan…Esterabad yolu üzerinde Bistam dağında hayrı bol büyük bir köyün adıdır. Asrının şeyhi ve zamanın yegânesi Ebu’l-Hasan Ali bin Ahmed el-Harakanî oralıdır.”
Bazı şathiyelerini yorumlayan Rüzbihan Baklı-i Şirazi (ö. 606/1209) de Harakanî hakkında şöyle der: “Aşkın kılıcı ve ateş denizinin usta yüzücüsü Ebu’l-Hasan Harakanî; onun meşhur kerametleri ve etkileyici (ünlü) sözleri vardı; hakikat ilminde hali seçkin ve sözü cömert idi.”
Ünlü sûfi yazar ve şairlerden Feriduddin-i ‘Attar (Ebü Hamid Muhammed ö.618/1221)ın tasviriyle “Harakanî: Hüzün deniz, dağdan daha sağlam, ilahi güneş, sonsuz sema, rabbani harika, devrin kutbu… sultan-ı salatin idi; alemdeki evtad ve abdalın kutbu; tarikat ve hakikat ehli padişahı, dağ gibi bir sıfat şahikasının mütemekkini ve marifet sahasının yegânesi… Hakikat sırlarına sahip, himmeti yüce ve mertebesi ulu; Yüce Allah nezdinde yakın aşinalığı olan bir zat idi.” der.
Tasavvufun şüphesiz en büyük şahsiyetlerinden sayılan ve Mesnevi’sinde ona geniş yer veren Mevlana Celaleddin-i Rumi (ö.670/1271) onun için, “Din’în Şeyhi (Şeyh-i Din)”ifadesini kullanarak, ‘’bizim söylediklerimiz Ebu’l Hasan Harakanî’den aldıklarımızdan başka bir şey değildir’’ demiştir.
Hz. Mevlânâ, Mesnevî’nin2. cildinde bir beyitte der ki: Kendinden geçmiş bir hâlde, bazen sana; “Ey Hasan’ın babası!” der. Bazen de “Ey güzel, ey başı küçük bedeni taze!” diye seslenir. Bazı yorumcular bu beyitte Hz. Harakanî’nin kastedildiğini söylerler.
Yine 2. ciltte:
Süleyman tarafına bir arşın gidecek olursan, sen de arşın gibi ölçü kutbu kesilir, her tarafı ölçer biçersin buyrulur. Bu cümle de büyük ihtimalle Ebu’l-Hasan-ı Harakanî’nin “Allah’a varmak için yedi yüz bin sonsuz merdiven dayadım; merdivenin ilk basamağına ayak basınca Allah’a ulaştım” sözüne işarettir. Yani zaten önceden kavuşulmuştur. Kavuşma sonradan talep edilir.
Bu adım ve mesafe ibareleri Harakanî Hz.leri’nin Hâce Abdullah Ensârî tarafından “zamanın gavsı”, Attar tarafından da “âleminevtâd ve abdâlı kutbu” ve Mevlânâ’ca “ülkenin kutbu” olarak değerlendirilmesine sebep olmuştur. Hz. Mevlânâ ve Hz. Attar Harakanî’nin büyüklüğünü ve tasarrufunu onun şu mübarek sözlerine dayanarak iddia ederler:
“Allah bana öyle bir ayak verdi ki, bir adımda arştan yerin en dibine gittim ve yerin en dibinden arşa geri geldim; sonra hiçbir yere gitmediğimi anladım. “Ben de dedim ki: Uzun sefer de biziz, kısa sefer de biziz, nice zamandan beri kendi peşimde dolaşır dururum!”