O; yüce şeyh, seyyid, said, şehit, saygın, âbid, zâhid, âlim, âmil, ârif, muttaki, vera sahibi, Allah’ın mahlûkatı üzerindeki hücceti, kavminin garibi, zamanının şemi (ışık), evliyânın seyyidi, asfiyânın seçkini, erenlerin serdarı, abdalların kutbu, ikbal yıldızı, şeriat hâfızı, hakikat madeni, zamanın ayeti, şanı yüce, tasavvufun kalbi (başlangıcı), tevhid lisanı, hikmet sahifesi, Hak yolunun kapısı, kalp kuvveti, hakikat bağlısı, sadakat talibi, kelamda isabetli, mücahede büyüğü, hal bakımından zengin olan, eşsiz, ilim hazinesi, cömertlik abidesi, vefa kapısı, evliyânın hâtemi, asfiyânın gözbebeği, resullerin ve nebilerin vârisi, ahde ve vefaya sadık, muttakilerin imamı, müslümanların davetçisi, muvahhidlerin burhanı, sâliklerin kutbu, âriflerin efendisi, âbidlerin baş tacı, zâhidlerin süsü, âlimlerin nuru, rabbanî imam, rahmanîâbid Ebû’l-Hasan Ali b. Ahmed b. Cafer el-Harakâni’dir (Allah ondan, cümle evladından, ashâbından, tâbilerinden ve muhiplerinden razı olsun)
Rivayet olunur ki: Âriflerin sultanı, muvahhidlerin burhanı, âbidlerin hazinesi Ebû YezîdTayfûr b. İsa el-Bistâmî (Allah rahmet eylesin), Şeyh’in mübarek vücudundan yüz yıl önce, defalarca Şeyh’i yâd etmiş, gözünün önüne getirmiş, arzulamış ve onu kendisine tercih etmiştir. Şeyh de gönül muradının başlangıcında, on iki yıl boyunca, yatsı namazını kıldıktan sonra Bâyezîd’in türbesini ziyarete gitti. Sonra geri döner sabah namazına dek dergâhta beklerdi. Bazı kimseler bu halin on sekiz yıl sürdüğünü söylemişlerdir. Bu sürenin sonunda türbeden, “Oturan kimdir?” diye bir ses geldi.
[Şeyh:] “Himmet et, ümmiyim, şeriat öğrenmedim, Kur’ân da bilmem,” dedi.
Ses: “Bize verdiklerini de senin bereketinle verdiler. Bir kasabaya girdiğimde bir nur gördüm, yükseliyor, göğe ağıyordu. Otuz yıldır bir hacetim var idi. ‘O nuru şefaatçi kıl!’ diyen bir ses duydum. ‘O nedir?’ diye sordum, “Ebû’l-Hasan adında vücuda getireceğimiz bir kulun amelinin nurudur,’ denildi. Hacetimi istedim, maksadım hâsıl oldu. Sonra yirmi yedi günde Kur’ân okudum. Ne zaman [bilmediğim] bir mesele ile karşılaşsam, bana öğretmesi için Şafiî mezhebinden bir âlim getirirdi. Ebû’l-Hasan’ın hakkı için bana kendi ilminden verdiklerinden ötürü beni minnet altında bırakmadı,” dedi.
Rivayet olunur ki: Ahmed Hâdim-i Saram şöyle der: Şeyh dedi ki, “Bugün kırk yıldır bir vakitteyim; Hakk gönlüme nazar etti ve kendisinden başka bir şey görmedi. Benim içimde Allah’tan başka bir şey yok ve sadrımda O’ndan başkasına yer yok.”
Yine o şöyle der: Üstad İmam Ebu’l-Kâsım Kuşeyrî’nin şu iki özlemden başka bir özlemi yoktu: Sürekli “Ebû’l-Hasan’ı Harakân’da, Ebû Cafer Ebherî’yiHamedân’da ziyaret edemedim,” derdi.